undostres

Ömrü yaşam yapan 3 şey var bu dünyada. Mekân, insan, amaç… Bunlardan herhangi birisi eksik olur ise yaşanana boşa geçen bir ömür diyebiliriz. Miadımızı doldurmak gibi bir çaba içerisine giremeyiz. O zaten akan bir nehir gibi. Ya bakarsın çişin gelir, ya da huzur dolarsın.

Mekân; örneğin ev ya da okul... Şehir, ya da semt… Aidiyet kazandığın her yer senin mekânındır. Ya da sen sınırlandırılmış evren parçalarını mekânlaştırırsın.

İnsan ise biraz çetrefilli bir durum. Birkaç dallı budaklı isimlendirmeye maruz kalıyor. Arkadaş, dost, aile ve diğerleri… Mevcut sahipliklerin seni amaca sürükleyen şeyler oluyor. İnsansız amaç, amaçsız insan pek barınamıyor. Diğerleri diye nitelendirdiğimiz şahıslar bu çerçevede değerlendirilen doneler değiller. Onlar öyle… Fasulyeden…

Kimse karşıma geçip artist artist, “Ben yalnız yaşarım” demesin… Olmaazz… Olmaz arkadaşım... Yaşayamazsın… Ona yaşam denmez… Miadını doldurursun sadece. Bir düşün... ( Ben düşündüm oradan biliyorum ) Kaç kişi var etrafında, amacın ve yaşamın için mücadele eden ve çırpınan? İşte insan diye bahsettiklerim onlar. Senden asla vazgeçmeyenler. Seni yola sokmak veya yoldan çıkartmak için çaba sarf edenler. 

Öyle peşinde ordu olmasın zaten. Komutanlık zor zanaattır. İnternette Blog okuyan/yazan insanları yapabileceği şey değildir. Onun için o elit* kadroya sımsıkı sarılmak gerekir. Burada mutlak bir teslimiyetten bahsetmiyoruz. Aman ha yanlış anlaşılmasın. Blog yazıp/okuyoruz diye koyunda değiliz. Ama bir kulak vermek lazım bakışlara. Bir baklam lazım ağızdan çıkan fısıltılara. İnan ki onların gölgeleri bile farklı düşer yere aynı gün doğarken. Mekâna alışmak kolaydır. Bir badana-boya, bir perde… Oldu sana yuva. Ama insansan öyle değildir. Bir badana-boya, bir perde… Olmaz işte öyle... Isınmaya çalışırken daha da soğutursun ruhları. İnsanı giydirmeyeceksin. Bilakis soyacaksın… Ak göt kara göt belli olsun. ( Bir anda çok ırkçı bir söylem gibi geldi… Hoşlanmadım... ) Çevrendeki insanları bileceksin… Cesaretlerini, sabırlarını, sebatlarını, sevgilerini, samimiyetlerini, özverilerini, arzularını, korkularını, nefretlerini, çıkarlarını, çıkaramadıklarını bileceksin. Düşüneceksin… Sınıflandıracaksın ötekileştirmeden… Kıyaslamadan ayıracaksın elmayı armuttan. Çünkü amacını onlar belirleyecek.

Amaç kısmına gelince kabaca “ Ne için yaşanır? ” sorusuyla karşılaşıyoruz. Bunu yarım satir yukarıda anladığım gibi çevre ve insan belirliyor. Biz belirlenen kriterlerden “BİZ’e” uygunolanları “BİZ’ce” eleyip kabulleniyor veya kabullenemiyoruz. Sunduğun şeyler ve çıplaklığın kadar görülebiliyorsun aynada. Ve ona göre geliyor sana yol haritaları. Sen bunları benimsemez kabullenmez isen yeni insanlara yönelir veya yönlendirilirsin. Ya da kendi yol haritanı kabullendirirsin. ( Burası apayrı bir şey ona sonra geliriz.)  Amaçsız devam edersen yola serseri mayından farkın kalmayacağı için, ve kimse yanında mayın dolaştırmak istemeyeceği için Gülleee güleee sana…

Belirlemeli insan yolunu… Bilmeli yordamını, kendisini, çevresini. Tanımalı hayatına hayatını bahşeden insanları. Dinlemeli. Dinlemek yetmiyor ise inanmalı. İnanmak acı veriyor ise acıyı anlamalı. Anlatmalı. Anlamalı. Kavga etmeli, barışmalı… Kavgalar boşuna olmamalı, düşünmeli… Düşünmeli… Düşünmeli… Düşünmeli…

Hadi defolun şimdi….



* E.L.İ.T. : Eksiğini Lafetmeden İtinayla Tamamlayan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder